Yaşlanmaya hazır mısınız?
Zaman öyle hızlı akıyor ki, bir bakıyorsunuz yaşlanmışsınız. Daha ne olduğunu anlamadan bir bakıyorsunuz yaşlanmış, ihtiyar, moruk damgasıyla yaftalanıyorsunuz. Her ne kadar “ben gencim, en azından gönlüm genç!” denilse de aslında çoktan o pek de sevilmeyen yaftalamaya müstahak olmuşsunuzdur.
İş, güç, ekmek parası kazanma derdi, çoluk-çocuğu yetiştirme derdi, geleceğe garantiye almak derken, bir de bakıyorsunuz ki bacaklarınız titremeye, gözlerinizin feri azalmaya, yüreğinizdeki o ışık azalmaya başlamış bile.
Aslında farkında değiliz, çünkü ister genç, ister yaşlı olsun, yaşadığınız her gün, bir önceki günden sonra olduğu için, doğal olarak yaşlanmış sayılmaktasınız. İsteseniz de, istemeseniz de…
Biraz daha fazla yaşamışlara rastladığımızda kendimizi genç sayarız, saymasına da; çevremizde olan biteni tam anlayamadığımızda, bir çift gözlüğe ihtiyaç duyduğumuzda, geriye şöyle bir baktığımızda, zaman denen mefhumun ne kadar da hızlı geçmiş olduğuna mecburen şahitlik ederiz. O enerji dolu halimiz, o hastalık, yorulmak, dinlenmek nedir bilmeyen bedenimiz, belki de birinin size “amca, dayı, hala, teyze, beybaba, Hanım teyze!” demesiyle, sanki bir rüyadan uyanırsınız. Belki zorunuza gider, belki içinizden kızarsınız, belki ters ters söyleyenin yüzüne bakarak, “ sizsiniz!” demek istersiniz; ama artık geri dönülmesi zor bir gerçeği kabullenmek zorunda kalır ve depreme yakalanmış gibi sarsılırsınız. Kızsanız da, kızmasanız da…
Dünyaya olan bağlılığımız, bakış açımız, neyi anlayıp, neyi anlamadığımız o ruh halimiz, sağlık ve sıkıntılı geçen depresif, agresif halimiz, doktor ve ilâçlara olan sık arkadaşlığımız, bir bardak suyu bile almak için aciz olarak sürekli yol gözlememiz, en azından bir evladımızın yardımına ihtiyaç duymamız, artık canımıza tak eder. Şikâyet ederiz, sitem ederiz, kızarız, darılırız, üzülürüz, ağlarız ve vefasızlıklara isyan ederiz “böyle düşünmemiştik, biz bunu hak etmiyoruz!” der dururuz. Hatalarımızı, yanlışlarımızı ve kusurlarımızı düşünerek gözyaşlarını içimize akıtırız, o gülümsemelerimizden artık eser kalmamış olarak sürekli yol gözler, kapı tıkırtılarına kulak kesiliriz.
Sahi bu bayram kaç ihtiyar, yaşlı diye addedilenleri ziyaret ettiniz?
Hastanede, huzurevlerinde, komşularınızdan kaç yaşlıyı ziyaret edip hallerini sordunuz?
Bizler de bir gün yaşlanmayacak mıyız?
Hiç düşündünüz mü?
Peki, yaşlanmaya hazır mısınız?
Peki, umduğunuz, beklediğiniz bir yaşlanmaya hazır mısınız?
Bayramda birçok yaşlıyı gözlemledim.
Bir karamsarlık, bir daralma, bir sıkıntı, bir sitem vardı ki hallerinde sormayın!
Kapısı çalınmayan, gönülleri alınmayan, yüreği buruk çok yaşlı vardı.
Bu onların istediği değildi. Onlar böyle istememişlerdi.
Sahi bu yaşlıların çocukları da yaşlanamayacaklar mıydı acaba?
İnsanları yaşadıkları sürece, nihayetleri yaşlılık olmayacak mı acaba?
Esasında yaşlılarımızdan dersler alınmalı.
Kimin, nasıl, nerede, ne şekilde yaşlanacağı belli midir dersiniz?
Bence yaşlanmaya hazırlanın
Unutmayın kim ne ederse, muhakkak onu görecektir, yoktur bunun başka yolu.
Kerim BAYDAK
kbaydak61-artan@hotmail.com
|