YAŞAM VE ÖLÜM
Yaşam ve ölüm birbirinden farklı iki kelime gibi görünse de aslında ayrılmaz bir ikili gibidirler. Başı ve sonu itibariyle birbirlerini tamamlayan unsurlardır.
Tüm canlılara has olan doğum ve ölüm insanın elinde olmamaktadır. Her doğanın öleceği muhakkaktır. Ancak önemli olan, ölümden sonra insanın nasıl yaşayacak olmasıdır.
Ölüm acıdır. Ölüm zordur. Ölüm istenilmeyendir. Ölüm sevenden, sevdiklerinden ayrılma anıdır.
Ölüm sıkı sıkıya sarıldığımız, sarıp sarmalandığımız faniliğe veda anıdır.
Kişinin keyfiyetine göre ölümün olmayacağı muhakkaktır. İnanç gereği takdir edilen zamanda, kapının çalınacağı bir vuslat anıdır. Şüphe yok ki yeni bir yaşama başlama anıdır.
Kimse ölümün geldiği zamanı beğenmez. Yapacaklarının tamamlanmadığını düşünür. Henüz arzu istek ve taleplerinin karşılanmadığı zannıyla pek hazırlıklı değildir ölüme. Öyle insan nefsini okşayan duyguların, şeytani heva ve heveslerin doruk noktaya ulaştığı fanilikte, ani bir değişikliğe sebep olan ölüm anı pek de sevilmez.
Bazen ılık yaz gecelerinden esen tatlı seher yeli, bezen soğuk ve sıkıntı fırtına gibi olur ölüm.
Bazen envai güllü gülistanda süzülüp gelen bir bülbül sesi olur yaşantımızda/yüreklerimizde/dudaklarımızda ölüm.
Bazen sağanak yağışlı Nisan yağmurunda bir şimşek, bir yıldırım olur ölüm.
Ölüm saati gelip çattığında, açılan tüm kapılar kapanmak üzere olduğu zaman, ortalığı bir hüzün kaplar, bir sıkıntı düşer tüm yüreklere. Vakit gelmiştir. Artık faniliğe dönüşü olmayan bir ayrılık vakti başlayacaktır. Artık ekilen ürünlerin hasatını/meyvesinin toplanması hazırlığı başlayacaktır.
Bir yaprak düşer daldan. “Meçhule giden bir gemi kalkacaktır limandan”. Bir kafilede düşecektir yola. Yemyeşil bir bahçede bırakıvermiştir kendini hazan mevsimi sonbaharın kucağına.
Artık gurbetle, sevenleri arasındaki o keskin, ince ve uzun olan çizginin titreştiği son demdir.
Artık her şeyin geride kaldığı, geride bırakıldığı vuslat anı gelmiştir.
Yine de her şeye rağmen geride kalanlar için hayatın devam ettiği, gidenlerin apaçık bir nasihat verdiği, uyarı niteliğinde insanı bilgilendirdiği aşikârdır.
Ölüm; bu nasihatlere sadık kalanların günü gelince, aynı yolda gideceklerini zihinlerine kazırlar.
Esas mesele nedir biliyor musunuz? İnsanın ölümünden sonra yaşayıp, yaşamadığının sorgulanmasıdır. Cenaze merasimleri insanın kendisini sorguladığı bir muhasebeye iter. Ölenlerin arkasında bıraktıklarıyla anılır olması, fethettikleri yüreklerin olup olmaması, “Ben de böyle mi olacağım?” gibisinden hayali yolculuklara çıkarır âdeta. İşte öldükten sonra, anılmak, bıraktıklarının neye yaradığını görülmesi açısından, ölümün verdiği olumlu nasihat sırrı, dünya hayatının manasını anlamakla mümkündür.
Genellikle dünya hayatının bir misafirhane olduğu unutulduğu zaman, dünyanın göz boyacı güzellikleri, insanın gayesinden uzakta bir yaşam sürmesine sebep olmaktadır. Yaşamı boyunca şahidi olduğu ölüm gerçeğiyle, ömürler bir bir gözünün önünden kaybolup giderken, pek de istenilmeyen bir hayat tüketir. Hâlbuki; insanın hayatını anlamlı ve manalı kılan, bitip tükenmeyen arzu ve isteklerin refakatinde tutarsız duruma getiren ve ona yön veren ölüm duygusudur. Çoğu zaman bu yönlendirici mutlak ölümü es geçeriz. Hesabımıza gelmediği içindir ki; ölümü pek kaile almamaya çalışırız. Haddizatında ölüm, hayatın ebediyen son olmadığı için ebediyet, ölüm varlığıyla ebediyete aday olanlara tüm benliğiyle; “Bak ne yaparsan yap, ne olursan ol, unutma sonun muhakkak ölümdür, kurtuluşun yoktur” dercesine âdeta haykırır.
Eğer her şeyi bırakıp sonuçta ölüyorsak: o halde elimizdeki her şey emanet demektir. Hatta hayatımız bile emanet demektir ve biz bunu muhakkak bir gün, bir saatte sahibine bir şekilde teslim edeceğiz. Almış olduğumuz emanet karşılığında, nerde, nasıl ve ne şekilde kullanmış isek iyi/kötü, az/çok bir ücret alacağız. Onun için ölümü; yapmakla mükellef olduğumuz görevimiz esnasında, zahmet ve yorgunluğumuz karşısında ücretini alacağımız bir yaşamın başlangıcı olarak görmeliyiz. Ona göre ölümü, bir müjdeci olarak addetmeliyiz. Bu müjdenin kolay ve güzel olması için gereken azami çaba ve gayreti göstermeliyiz.
Bu konuda bakın Bediüzzaman Hazretleri ne diyor; “Sizlere müjde! Mevt (ölüm) idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedi değil, adem değil, tesadüf değil, failsiz bir in ’idam değil…Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti; rahata ve rahmete gidiyorsunuz…Hizmet ve meşakkat bitti; ücret almaya gidiyorsunuz” |