Risale-i Nur Şakirtlerinden Mehmet Emin BİNİCİ
O bir babaydı, o bir örnekti, o bir modeldi.
O benim için bir rehber konumundaydı.
O gerçek bir Risale-i Nur şakirdiydi.
O Bediüzzaman Said-i Nursi’nin ziyaretine giden son şahitlerden biriydi.
O gerçek gözüyle Said’i Nursi’yi gören birkaç kişiden biriydi.
O nur cemaatinde gıptayla izlenen, beğenilen, saygı duyulan ve hürmet edilen ender insanlardan biriydi.
O Risale’i Nur’un gerçek bir talebesi, okuyup, anlayan, anlatan, hayatına tatbik eden ve hizmette kusur etmeyen son şahitlerden biriydi.
Onu tanıdığımda henüz liseye başlamıştım.
Adıyaman’a geldiğimde tanıdığım ilk kişilerden biriydi, belki de ilkiydi diyebilirim.
Günün şartlarında, muhitindeki en iyi esnaflarından biriydi.
Müşterilerine verdiği güven ve itimattan dolayı, kendisine sonsuz saygı, hürmet görürdü.
Öyle ki bu güven ve itimattan dolayı, köylüler mallarını gönül rahatlığıyla kendisine teslim ederlerdi.Özellikle köylüler diyorum; çünkü genellikle köylülerin ürettikleri ürünleri satardı.Onlar bilirlerdi ki kendileri hakkında herhangi bir yanlış yapmazdı. Getirdikleri el emeği mallarını gönül rahatlığıyla teslim ederler, bilahare gelip hesaplarını görürlerdi.
İşte ben, böylesi manzaralara sık sık rastlamış olmakla , “bir çok şeyi öğrendim!” desem yanlış olmaz herhalde.
Güveni, itimadı, doğruluğu, dürüstlüğü, merhameti, insanları saygılı olmayı, sevgi beslemeyi ve daha bir çok insanî melekeyi belki de görerek, yaşayarak öğrendim diyebilirim.Gerçekten de çok şey öğrendiğim kişiliklerden biriydi
Liseyi başladığım ilk günlerde tanıştığım ve kısa zamanda kaynaştığım en küçük oğlu Ali ile aynı sınıfta olmamın da mutluluğunu yaşıyordum.Okuldan çıktığımız zamanlarda, boş zamanımı dükkânlarında geçiriyorduk. Elimizden geldiğince kendisine yardımcı olmaya çalışıyorduk. İşin açıkçası, böyle bir çalışma içerisine girmek hoşuma da gitmiyor değildi hani.
Yeri geldi maddi anlamda desteğini, yeri geldi manevi anlamda fevz ve bereketini aldım.Manevi anlamda arayıp da bulunamayacak kadar insana huzur veren bir havayı teneffüs ediyordum.Öylesine bir bağlılığımız oluşmuştu ki, sair zamanlarda bile yanında bulunmaktan zevk alıyor, mutlu oluyordum. Artık oğlu Ali’den farkım kalmamıştı dersem yalan olmaz herhalde. O derece bir bağlılık oluşmuştu aramızda.
Çoğunlukla peynir ve kuruyemiş üzerine alışverişin yapıldığı esnaflığından şikâyeti olanın olduğunu sanmıyorum.Çünkü kötü mal almaz, kötü mal satmaz, aldığının hakkını verir, sattığının hakkından fazlasını istemezdi.
Peynir sezonunda müşterileri aylar öncesinden sıraya girerek siparişlerini veriyordu. Aldığı peyniri büyük titizlikle inceler, ayrıştırır, hakkâniyet ölçüleri içerisinde tartar ve tenekelere yerleştirirdi.En çok da köylülerin getirdiği sade yağları özelliklerine göre farklı yerlerde muhafaza eder ve zamanı geldiğinde büyük kazanlarda eritir, içerisindeki muhtemel zararlılardan ayrıştırırdı.Böylece hem yağ sadeleşmiş, müşteri memnuniyeti de ön plana çıkmış olurdu.Bu vesileyleydi ki alan bir daha almak için yeni yılın siparişlerini verirdi.
Müşteriler peşin ücretini vermekten çekinmezlerdi.Köylüler verdiklerin parasını almakta acele etmezlerdi, çünkü korkmazlardı, çünkü şüphe duymazlardı, çünkü ne zaman isterlerse alacaklarını bilirlerdi. Bu öylesine herkese nasip olacak bir özellik değildir. Bu güveni herkes veremez, bu hassasiyeti ve hissiyatı herkes gösteremezdi.Yıllara sirayet eden bir esnaflık ahlâkıyla, Risale-i Nur bilinci ve kültürü birleşince, işte böylesine bir dava adamı ve örnek alınacak model, bir kişilik çıkıyordu ortaya.
Böyle bir ortamda bulunmaktan, böyle birini örnek almaktan, inanılmaz derecede mutlu ve bahtiyar oluyordum.
Gıpta ile bakılan ve imrenilen esnaflığının yanında; Risale-i Nur’a olan bağlılığından ödün vermeden, görevlerine yerine getirmeye çalışıyordu. Aslında bu da çok ilgimi çeken en güzel yönlerinden bir tanesiydi.
Ne olursa olsun, kesinlikle sohbetlerden geri kalmıyordu. Hatta müşterilerin olmadığı boş kaldığı zamanlarda bile sürekli Risalelerden okuduğunu görüyordum.Elinden asla düşürmediği Risale ise; Lem’alardan “İhtiyarlar Risalesi” oluyordu.En kısa zaman dilimlerinde bile “Cevşen-ül Kebir’i” her gün aralıksız okuduğunu gözlemliyordum.
Zaman içerisinde benim de ilgimi çektiğinden, oturduğu sandalyenin hemen üst tarafındaki raftan çıkararak ben de okuyordum.Onun vesilesiyle risale-i Nur külliyatına aşina olmuş, elime geçen paralarla sahip olmaya çalışıyordum.
Zamanla müşkül durumlara düştüğüm oluyordu. Bendeki durgunluğun farkına vardığında; kimsenin olmadığı, hatta kardeş gibi olduğumuz Oğlu Ali’nin bile olmadığı bir zamanda sıkıntımı sorar, elinden geldiğince gidermeye çalışırdı.Durgunluğumun sebebi olan problemleri bile, Risale-i Nur çerçevesinde; engin tecrübesiyle, naif bir şekilde gidermeye çalışırdı.Kendisindeki o yumuşak, tane tane konuştuğu o insana güven veren, rahatlatan üslubu, o tadı muhteşem muhabbetine doyum olmazdı.En azından benim için öyleydi.
Ben mutlu oluyordum, huzur buluyordum. Çoğu kez aklî çözümler gerektiren, dünyevî müşkülâtlarımda, baba-oğul ilişkileri içerisinde çözümlenen bir çok hadisenin şahidi olmuşumdur.
Oğlu Ali’nin olmadığı bir çok zamanda bile irtibatımı kesmeyip, engin tecrübelerinden ve ihlas abidesi olan muhabbetinden faydalanmaya çalışırdım.
Çoğu zaman dükkânı bana bırakarak, şahsıma olan güvenini gösterirdi.Ne mutlu ki o güveni öyle birine verebilmişim, ne mutlu ki bir Risale-i Nur şakirdinin güvenini alabilmişim.Dükkânını ve kasasını bana teslim edecek kadar, ambarlarına girecek kadar, evini bana açacak kadar böylesine muhterem bir insana güven verebilmişsem, ne mutlu bana...
Her zaman Hacı Mehmet amca derdim. Gerçekten benim için bir amcaydı, amcadan da öteydi.Ancak Hac vazifesini tamamladıktan sonra, nezdimdeki Hacı’lık sıfatı daha da perçinlenmiş oluyordu.
Muhtelif zamanlarda gördüğümde hal hatır sorar, asla kaybetmediği o yumuşak üslubuyla nasihatlerde bulunurdu.Tatlı dili ve güler yüzlülüğüyle üstatla olan görüşmesini anlattığı zamanlarda, içten içe gözyaşları akıttığının izlenimini edinirdiniz.
Muhtelif zamanlarda karşılaştığı, içinden çıkılması ve çözülmesi en zor olaylar karşısında bile dirayetini, duygusallığını kaybetmeden, gözlüğünü hafifçe indirip, üzerinden bakarak, gayet yumuşak bir hitap tarzıyla yaklaşımlarını unutmam mümkün değildir.
Böylesine değerli ve halim-selim zat-ı muhterem, 16.10.2010 tarihinde hakk’ın rahmetine kavuştu. Asrın müceddidi olan Bediüzzaman Said-i Nursi’yi görme şeref ve mutluluğuna erişen son şahitlerinden birinin hakk’ın rahmetiyle buluşmasının şahidi olduk.Böylesine halis ve muhlis bir nur şakirdi olan ve benim en az babam kadar sevdiğim, Hacı Mehmet Emin Binici amcamı kaybetmenin üzüntüsünü anlatacak kelime bulamıyorum.En çok da şahidi olduğum üzere, dilinden asla düşürmediği “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” ayetini asla unutamıyorum.Evet, “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.”
Muhterem Hacı Mehmet Emin Binici amcamızı kendi penceremden, farklı bir bakış açısıyla anlatmaya, tanıtmaya çalıştım.Eminim ki onu tanıyan herkesin anlatacağı farklı yönleri vardır mutlaka.
Allah rahmet eylesin,mekanı cennet olsun.Kabri pir-nur olsun.Rabbim gani gani rahmet eylesin, Allah, o ve onun gibi hak savunucularından razı olsun.Onun sahip olduğu ihlas üzere yaşamayı ve yaşatmayı cümlemize nasip eylesin.(Amin)
Yarab nasip etki, zatın bileyim.
Nasıl hamd etmeden, sana geleyim
ihlassızsa dilim, nasıl güleyim,
Habersiz huzura, nasıl gireyim.
Kerim baydak
kbaydak61-artan@hotmail.com |