Olmayan Kış, Kar Ve Sosyal Sorumluluk
Her şey zamanında, mecrasında tezahür eder. Hep kışların kış olmadığından şikâyet eder dururuz. Kimi zaman yağmur duasına çıkarız, bazı zamanlar da yağmurun durması için dua ederiz. Ne yaparsak yapalım, bilinen bir gerçek var ki o da gerçekten mevsimlerin artık eskisi gibi olmadığı.
Evet, yağmur yağıyor; ama eskisi gibi değil. Ya çok az ya da çok çok fazla. Kar derseniz tamamen kesildi gibi. Yüksek yerlerin dışında, kar yağdığına şahitlik edemiyoruz. Hâlbuki ne güzel olurdu, geçmişte olduğu gibi, şimdi karın lapa lapa yağması. Mahsulün kar altında beslenmesi, kartopu oynanması ve kardan adam yapılması… Özlenen tablo.
İhtiyarlarımız hep söylerler ya! Kar yağdığı sene; bolluk ve bereket olur. Çiftçilerin bu günlerde dört gözle bekledikleri, karın yağması. Kar yağdığı zamanlarda, hastalıkların seyri bile olumluya dönmektedir, deniliyor. O eskiden yağan karlarda bize küsmüş gibi. Artık kıyametin sonuna doğru mu yaklaşıyoruz, baltayı kendi ayağımıza vurarak, katlettiğimiz doğanın bizden aldığı bir intikam mı, yoksa Hakim-i Mutlak’ın takdiri sonucu mu oluyor? Bilinen bir şey varsa; hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı, olmayacağı… Yazın ortasında kar, yağmur, dolu, boran; kışın ortasında yakıcı güneşlik ve kurak geçen kış ayları…
Hiç geçmişin kıymetini bilmedik, bilemiyoruz. Ağızlara pelesenk olmuş bir söylemle; “hep gelen gideni aratır” diyoruz. Evet, gerçekten gelen gideni aratıyor, yoksa şimdiki kışları neden geçmişle kıyaslıyoruz ki? Ancak, geleceğin de geçmişle şekillendiğini unutuyoruz. Geleceğimizi düşünerek, şimdiden mevcut sahip olduklarımızın kıymetini bilsek, ona göre kararlar versek, ona göre düzenlemeler yapsak, kullansak, ona göre daha dikkatli davransak olmaz mı?
Elbette olur, tabi musallat olduğumuz benlikten, bencillikten, vurdumduymazlıktan ve umursamazlıktan soyutlayabilirsek nefsimizi.
Bir egoizm kurbanı olmuşuz ki, her geçen gün mutlak sona, uyuşturulmuş vaziyette muhtemel menzile doğru hızla yaklaşmaktayız. Geleceğimizi tehlikelerle bezemiş olarak çocuklarımıza teslim etmek için, her türlü çaba ve gayreti gösteriyoruz.
Esasında yapmamız gereken bu değil, yapmamız istenilen de bu değil.
Bizler bazı görevleri yerine getirmekle mükellef olarak yaratıldık.
Bu görevimizi ifa ettikten sonra, esas sonsuzluk yurduna geri döneceğiz.
Yani anlayacağınız başıboş değiliz.
Biz, sahibi olduğumuz meziyetlerle, vazifemizi yerine getirmek durumundayız. Bu yüzden; kim olduğumuz ve ne/neler yaptığımızın farkında, bilincinde olarak, bize bildirilen emirlerle hareket etmeliyiz.
Geçmişe takılmadan; ama göz ardı da etmeden, geleceğimizi şekillendirme yoluna gitmeliyiz. Yoksa daha çok geçmişi arar dururuz ve daha çok gelen gideni aratır söylemlerine muhatap oluruz.
Geçmişi bırakıp, yeniyle uğraşırken; aslında kaybedilenin de çok değerli olabileceğini unutmamalıyız.
Herkes üzerine düşeni yaparsa, gerisi kendiliğinden gelir. Yağmur da yağar, kar da yağar, inanın.
*
Havalar soğumaya başladı. Herkesin lapa lapa yağan karı dört gözle beklemesi anlaşılabilir. Yere serilmiş bir örtü gibi her tarafın bembeyaz olması ne kadar da güzel olurdu.
Kuru soğuk belki de -Kar yağsa- karlı, yağışlı kış gecelerinde, hemen birçok yerde çiğ köfteli, sazlı-sözlü ve benzeri eğlenceli gecelere mevcut yazılı ve görsel basında şahitlik ediyoruz.
Süregelindiği gibi; yine sokaklarda konaklayanlar, yine inşaat köşelerinde tir tir titreyenler, yine açlığa ve perişanlığa mahkûm olanlar, yine yakacak bir odunu, yiyecek bir dilim ekmeği olmayanlar, yine içlerini ısıtacak bir çorba bulamayanlar varken, ne kadar düşünülüyor ve nasıl eğleniliyor bilemiyorum, anlayamıyorum!
Eğlence partilerinde, sıcacık sobasının başında ya da doğalgaz nimetinin sefasını sürenler, kahvesini höpürdetip içenler nasıl rahat edebiliyorlar.
Elbette herkes aynı durumda olmayacaktır; ancak iyi durumda olmayanların, iyi durumda olanlar, tuzu kuru olanlar üzerinde hakları yok mudur?
Onların sosyal sorumluluk bilinci, toplum ahlâkı gereğince ve inanç boyutunda yerine getirecekleri sorumlulukları yok mudur?
Kerim Baydak
kbaydak61-artan@hotmail.com |