“GÜÇLÜ TÜRKİYE GÜÇLÜ ORDU”
Yüksek Askeri Şura’daki “fiili eşbaşkanlık” görüntüsünün tarihe karışması, sivil-asker ayrışması varmış gibi algılanabilecek Milli Güvenlik Kurulundaki karşılıklı oturma düzeni yerine kaynaşmayı tescilleyen oturma düzenine geçilmesi, anayasadaki görev tanımına uygun olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Türk Silahlı Kuvvetleri(TSK) Başkomutanı” sıfatıyla 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarını “kabul” etmesi ve son olarak Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi acil servisinin koşulsuz bütün sivillere açılması…
Bütün bunlar, ülkemizde yıllardır var olan askeri vesayetin kalkmakta olduğunu gösteren işaretlerden bir kaçı… Yeter mi? Yetmez… AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Hüseyin Çelik’in “şahsi görüşü” olduğunu belirttiği 15 maddelik sivilleşme eylem planını okuduğumda; 1943 yılında 33 vatandaşımızın kaçakçılık yaptığı suçlamasıyla kurşuna dizilerek “devlet adına! öldürülmesi” sorumluluğundan 20 yıl hüküm giyen ve cezaevinde ölen Orgeneral Mustafa Muğlalı adının Van’ın Özalp ilçesindeki kışladan silinmesini de içerdiğini sevinçle gördüm. Lakin askeri birliklerin bilhassa dış taraflarında görülen “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” sloganının kaldırılması veya “Güçlü Türkiye Güçlü Ordu” şekline dönüştürülmesi konusuna değinilmemiş olmasını ise “gözden kaçmış” olarak değerlendirdim.
Sebebine gelince;
TSK, Türkiye’nin bağrından çıkmış en disiplinli kurumlarından birisi olup “Peygamber Ocağı” olarak anılır. Bu ocağa analar babalar davul-zurna eşliğinde çocuklarını gönderir. Eratı, subayı, astsubayı hepsi birer vatan evladıdır. Silah ve diğer lojistik ihtiyaçlarını vatandaşın ödediği vergilerle karşılar. Dolayısıyla personel ve lojistik imkânlarının gücü, Türkiye’nin gücü ile doğru orantılıdır.
Diğer yandan ordumuz, Türkiye’nin içerisinden çıkmış olmasına karşın, Türkiye’nin ordunun içerisinden çıktığı söylenemez. Ordunun güçlü olmasını ülkenin güçlü olmasına öncelemek ulus devlet kavramına da uygun düşmez. Kaldı ki, bir ülkenin ordusu nasıl bir iç kurum ise, örneğin; polisi, jandarması, il özel idaresi, belediyesi de aynı şekilde birer iç kurumdur. Ülkenin karşısında ayrı birer güç değil, ülkeyi ülke yapan tamamlayıcı alt güçlerdir. Türkiye’nin güçlü olması; yalnızca polisin veya örneğin bayındırlık kurumunun güçlü olmasına endekslenemezse, yalnızca ordunun güçlü olmasına da endekslenemez. Zaten bir savaş halinde tüm iç kurumlar ordunun asli unsurunu teşkil eder. Ayrı düşünülemez. Yurt ve ulus savunması için her kurum kendi üzerine düşen görevi yapmakla yükümlüdür. Ben yapmam, ordu yapsın diyemez. Diğer yandan bu iç kurumların birini diğerine tercih etme durumu da söz konusu olamaz. Bu anlamda; ordu ne ise, polis de odur. Polis ne ise bayındırlık veya belediye de odur. Nasıl ki “Güçlü Polis Güçlü Türkiye” denilemez, “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” de denilemez. Ama “Güçlü Türkiye Güçlü Polis” denebilir. O halde bu sloganın da değiştirilmesi, en azından tartışmaları alevlendirmemek ve demokratik sivilleşmeye yumuşak geçişi kolaylaştırma adına bu sloganı içeren afiş ve tabelaların tamamen kaldırılması daha uygun olur kanısındayım.
Demokrasi ve özdenetimi içine sindirdiğini gıpta ile izlediğimiz Orgeneral Necdet Özel başkanlığındaki genelkurmayımızdan, bir daha yaşanmamasını dilediğimiz kara 12 Eylül’ün 31’nci yıldönümüne denk gelen şu günlerde; bu konuda da bir jest görürsek şaşırmamak gerekir.
Geçen yazımızda üstat Mehmet Altan’ın yeni okumaya başladığım eserinin adının “Sarayı Yıkalım” olduğundan bahisle;
“Tasalanma Sayın Altan; Türkiye değişiyor ve duvarlar yıkılıyor… Saray da yıkılacak! Sıra dışı bakanlar, sıra dışı insanlar sayesinde…” demiştik ya…
İşte bu yıkımlar devam ediyor…
Sıra dışı Orgeneral Özel’lerin sayesinde...
Devlet yerine milleti öncelikli kılan daha demokratik halk sarayları inşa etmek adına!...
Mustafa Işıldak www.mustafaisildak.com.tr
6 Eylül 2011 Adıyaman’da Bugün Gazetesi
0532–422 95 28 m.isildak02@gmail.com
|