Bu Haller Bir Hal Değil
Bize bir haller oluyor. Öyle bir hal ki, herkes elleri-kolları bağlanmış gibi, kimse bir şey yapmıyor/yapamıyor. Ayaklar prangalara vurulmuş gibi bir adım dahi ilerleme kaydedilemiyor. Mıh gibi yeri çakılmışız gibi.
Yaşıyoruz, nasıl yaşıyoruz, farkında değiliz. Hiçbir şeyden memnun olmuyoruz, hiçbir şeyden memnun olana da rastlayamıyoruz. Herkes şikâyetçi, herkes sitemkâr, herkes isyankâr… Memnun olamazken, kimseyi de memnun edemiyoruz. Hep bir çelişki, bir muamma…
Kimi konuştursan bir memnuniyetsizlik var söylemlerinde. Hiçbir şey ve kimse bizi ikna edemiyor, bizi rahatlatamıyor, kafamızdaki onlarca, binlerce soruyla boğuşup duruyoruz.
Ailemizden, çocuklarımızdan, arkadaşlarımızdan, dostlarımızdan memnun değiliz.
Yaşantımızdan, okuduğumuz okullardan, çalıştığımız işten, amirimizden, patronumuzdan, en önemlisi de kendimizden bile memnun değiliz.
Belki karamsar bir tablo çiziyorum, nahoş bir manzara oluşturuyor olabilirim; ama ne yapayım, gerçek bu!..
Kabuğumuza sığamıyoruz, her şeyin daha da fazlasını istiyoruz. Her şeye şüphe, kaygı ve endişeyle yaklaşıyoruz. Birbirimizi yeme, alaşağı etme, tüketme derdindeyiz. Ne, niçin ve nasıllarla birbirimizi sorgulama ve sindirme, kendimizi kabullendirme gayretindeyiz. Sonuçta hem kendimizi, hem karşımızdakini huzursuz, rahatsız ve mutsuz ediyoruz. Sonuçta, nedametler, stres, kanserler, depresyon, esrarengiz ölümler, kronik hastalıklar, kazalar…
Kilom, boyum, kaşım, gözüm, işim, aşım, eşim, gücüm, mevki, makam, hat, kat, yat gibi birçok bahaneyle sürekli kendimize sorunlar çıkarıyoruz.
Peki, bunları yapınca rahatlıyor muyuz?
Bilakis daha huzursuz oluyoruz. Hem sinir katsayılarımızı yükseltiyor, hem sağlığımızdan, hem sosyal ilişkilerimizden oluyoruz. Kafayı sıyırmış gibi, kendi kendimize konuşuyoruz.
Tüm bu olan bitenlere bir de inanç eksikliği eklenince, her şey birbirine girmiş oluyor.
Artık tüm bu olan bitenlere bir son vermek gerekiyor. Kim olduğumuzu, ne için bu dünyaya geldiğimizi, görevimizin nelere olduğunun farkına varmalıyız. Hâkim-i Mutlak bize akıl, feraset denen büyük yetiler bahşetmiştir. Bunun bilincinde olarak, ne/neler yapmamız gerektiğini düşünelim.
Bir imtihanda olduğumuz bilinciyle yaşamak varken, neden hep bağırmaya, sitem ve isyan etmeye, at gözlükleriyle çevremizde olan bitene bakıyoruz ki?..
Bu kadar mı gözümüz kör olmuş durumda.
Her şey bu kadar kolay ve boş bilinmemeli, isyankâr olup, of-puf etmemeliyiz.
Rabbimizin bize verdiklerine şükretmeli, şükrümüzü lâyıkıyla eda etmeliyiz.
Başka çıkar yolumuz yok.
Aksi takdirde hayvanlardan ne farkımız kalır?
Kerim BAYDAK
kbaydak61-artan@hotmail.com
|