Acaba Ne Kadar İnsanız
İnsanlık tarihi boyunca; din, dil, ırk ayrımı yapılmış ve çoğu zaman bir üstünlük veya sahiplenmek sevdasına kapılarak ya da anlaşılmaz bir şekilde kin güdülerek, insanlara hayatına mal olup canları alan kanlı savaşlara imzalar atılmıştır.
Yine tarihten öğreniyoruz ki hiç bir insan ya da hiç bir ırk, millet, toplum kalıcı olmamıştır/olamamıştır yeryüzünde. Hep çeşitli sebeplerle hasımlaşarak, birbirlerini savaşlar yüzünden yok etmişlerdir.
Zamanı durdurmak veya dur demek mümkün olmamıştır. Zaman her şeyi silip süpürmüştür. Yerler sabit olmasına ve mekân aynı, dünya aynı olmasına karşın, zaman değişmesine rağmen, yeni hayatlar, yeni milletlerde, yeni yüzler ve yine yeni saatler kurulup durmuştur. Bir anlaşılmaz kargaşa ve kargaşa sürüp gitmektedir ihtiyar dünyamızda.
Bence tarih tekerrürden ibaret değil diyenler şöyle oturup bir daha düşünmeli ya da küçük bir seyahate çıkarmalı kendi küçük, işlevi büyük olan aklını ve sevgiyle dolması gerekli olan yüreğini…
Para, güç ve efendi, saygın olma, saygı görme, mevki, makam sahibi olma… gibi istediği bu değerler hüküm sürdükçe, tarih hep aynı sayfayı karalar. Kahramanlar değişir, mekân değişir; ama insanlık, insanın sahip olduğu mevcut değerler ve istekler asla değişmez. Dünya var olduğu an da ki ilk insandan bugüne sevgi hiç değişti mi? Ya da nefret… Hep aynı senaryo, hep aynı figüranlar süregelmiştir bu günümüze. Vakti, vadesi dolanların defterleri kapanmıştır, o kadar. Fani olan bir hayatın sona ermesiyle yepyeni bir hayatın başlangıcı olmuştur. Bir kapı kapanmıştır; ama sonsuz bir kapı ebedi olarak açılmıştır.
İnsanı insan yapan, değerler elbette. Nedir bu değerler dersiniz? Konuşuyor olmamız mı, yoksa düşünüyor, idrak ediyor ve yorumlama kabiliyetine sahip olmak mı dersiniz? Yoksa, diğer canlılardan farklı olmak mı? Yoksa sevgi midir, saygı mıdır insan olmanın ispatı. Zamanımız öyle bir hal almış ki ve öyle gösteriyor ki bunların hiç biri değil, insanın, insan olmanın karşılığı. Acaba insanı insan yapan değerler bunlardan hangisi? Belki de hepsi diyeceksiniz, değil mi?
Silahlar yapıyoruz, çeşit çeşit kimyasal füzeler. Bomba düzenekleri kuruyoruz. İnsan zehirlemek adına her şeyi üretiyoruz. Kin ve nefret kusuyoruz gökyüzünden takatsiz ve mecalsiz çaresiz insanların üzerine ve ateş toplarından ateş püskürtüyoruz yeryüzüne ve tüm canlıların üzerine.
Filistin, Afganistan, Çeçenistan, Irak, Somali, Bosna Hersek saymakla bitmez. Sadece birkaçı bunlar.Şimdi Suriye… Dramlar, trajediler bitmiyor.Haksızın haklıyı, kuvvetlinin zayıfı ezdiği bir dünya yaratmışız da haberimiz yok. Ölüm saçıyoruz, ölüme yolluyoruz dokunduğumuz her canı, canlıyı. Belki sen veya ben “dokunmadık bir tek silaha bile” diyebiliriz; ama futbol maçı seyreder gibi seyrettik en heyecanlı haliyle olanları… Sonra da şanslı insanlar olarak gördük kendimizi belki. “Bana dokunmayan yılan, bin yaşasın” düşüncesiyle dalgalanan bayrağımıza belki bakıp şükrettik halimize. Ama her şeyden önce ölenler masumlar, ölenler mazlumlar, ölenler kimsesizler, aciz ve güçsüzler, günahsızlardır. Sıranın bize gelmeyeceği ne malum! Garantisi var mıdır? Söyleyebilir misiniz?
Her gün ölümler, her gün cinayetler, her gün tecavüzler, her gün hırsızlıklar, kapkaçlar, bitip tükenmek bilmeyen söylemler, verilen nutuklar sayfalar doldurur; ama ne hikmetse, nedense hep aynı yerde takılmış taş plak gibi manzaramız sarıp duruyor başa. Memlekette nasıl bu kadar zengin var ve nasıl bu kadar rahat uyuyabiliyorlar. Geceleri yatarken vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında nasıl olur da vicdanı muhasebesi yapmazlar. Hedefleri hizmet olan insanları neden desteklemezler. Hep birbirlerinin bir açığını arayıp gözlerler. Zehir tacirleri; çocuklarına daha iyi bir gelecek için nasıl zehirler başka canları, acılarla doldururlar başka yürekleri.
Yok, yok sanırım başka bir şey var benim anlayamadığım ya da sizin anlatmadığınız, anlatamadığınız bu insan denen canlı varlıkta. Amacımız sevgi olsaydı; izahımız değil kan dökmek, bir damla kan bile tutardı bizi/bizleri.
Mümkün müydü evinde aç yatan varken tok yatmak. Kışın zemheri soğuğunda, buz kesen ayazda, kas katı kesilmiş bir düşkün ve aciz olma ihtimali bile kaçırmaz mıydı acaba o tatlı, kuş tüyü yataklar içindeki derin uykumuzu.
Söyler misiniz ne kadar insanız, söyleyebilir misiniz, ne kadar insancıl olduğumuzu/olduğunuzu?..
Kerim BAYDAK-kbaydak61-artan@hotmail.com |